- Ali Çimen
Casablanka cafesinde bir piranha...
Kız ve erkek bir cafede oturuyor. Tam karşılarında ben. Yabancı bir ülkede turist olmanın o kendine özgü naif iyimserliğiyle antropolojik sosyolojik tespitler yapmanın konforunu sürüyor, minik fincanda servis edilen meşhur Fas kahvesini yudumluyorum. Erkek belli ki yeni tanışmış olduğu kızla artistik patinaj safhasında. Konuştukları Arapçadan tek kelime anlamıyorum. Aksanlarının bozuk olmasından falan dolayı değil, Arapça bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, insanoğlunun dili ya da rengi ne olursa olsun, bir takım temel jestlerinin değişmediği. Çocuk bariz bir şekilde, o erkeklerin çok iyi bildiği, "şimdi ne yapsam mübahtır" aşamasında olduğunun bilinciyle, bütün numaralarını sergiliyor. Kızın inci gibi parlayan dişlerini sık sık gördüğüme göre, gayet başarılı. Belli ki puan ya da puanlar almaya gelmiş. Ve işte o dramatik an geliyor; masadaki kızın kendisinden daha güzel bir arkadaşı geliyor! Boy desen boy, pos desen en poslusu; saçlar bilumum şampuan reklamında başrol oynar, o derece. Neyse efendime söyleyim o andan itibaren kartlar yeniden dağıtılıyor. Evet doğru tahmin ettiniz, bizim siyahi Humphrey Bogart'ın dikkati tamamen yeni kızda. 30 saniye evveline dek başrol oynayan kızımız bir anda erken emekli oldu ama henüz farkında değil. Oysa yarım metre ötelerindeki bu turist parçası manzarayı kabak gibi görüyor. Kızcağız "yok canım günahını almayım yapmaz" bir yüz ifadesiyle üç kişilik bu yeni sohbetin motoru olmaya gayret ediyor ama nafile. Oğlanla olan son diyalogu "tanıştırayım, arkadaşım..." olarak kalacak galiba. Zira bizimki, gövdesi eski, ama kafası yeni kıza dönük şekilde, nefes almadan yeni numaralarını sergiliyor. Evdeki bulgurla yetinmeye razıyken dimyattan ayağına pirinç gelmiş olmasının verdiği motivasyonla, coştukca coşuyor. Ben, bu iğreti ve hiç de ergonomik olmayan oturma şeklini daha ne kadar sürdürebilecek diye merak ediyorum ama karşıdaki aynalı duvardan oğlanın piranha bakışlarını farkedince sorumun cevabını alıyorum. Sonsuza kadar o şekilde konuşabilir... Yeni kızın inci dişlerini eskisininkine nazaran daha sık gördüğüme göre işler yolunda, en azından oğlan için. Bu arada eski kızımızın yüzü düşüyor. Mevzuya uyandı ama çarpışarak çekilme niyetinde: Çıkmadık candan umut kesilmez hesabı; artık klasikleşmiş o bildik numaralara sarılıyor. Sinirli bir şekilde telefonu kurcalama, yüksek sesle ve arada isterik kahkahalar atılarak yapılan bir kaç telefon görüşmesi ve son çare olarak da en ucuzundan kıskandırma girişimleri. Bir anda gözlerimiz birleşiyor devrik manitayla. İnci dişlerini bu kez bana sergiliyor ama gözlerimdeki tarafsız gözlemci ifadesini farketmesi uzun sürmüyor. Hararetle bir şeyler yazan beni boşverip radarlarını tekrar çalıştırıyor. Onun adına üzülüyorum: Koca cafede benim haricimdeki erkeklerin hepsi ihtiyar ve pür dikkat el Cezire'den Bahreyn'deki olayları takip ediyorlar. Yüz ve dudaklar, bu kez can vererek, düşüyor. Mağlubiyeti kabul etti. Ama bizim oğlan, öldüğünden emin olmak için cesede bir kez daha ateş etmek niyetinde. Gövdesiyle kafasını nihayet yeni kızda sabitliyor ve telefon numarasını istiyor. İki usta silahşor gibi telefon tuşlarını tıkırdatarak sonraki görüşmeleri sağlama alıyorlar. Sürgündeki manita adayı ve ben, tamamen farklı duygular içinde, bu 'mission accomplished' ritüelini izliyoruz. Ben kahvenin dibini höpürdetirken, onlar kalkıyor. Yeni kız önde, piranha ortada ve artık ikisinin de çoktan varlığını unuttuğu eski kız arkada; römorköra bağlı mavna gibi çaresizce onları izliyor. Kıssadan hisse: Fas'ta kahveyi gerçekten güzel yapıyorlar... 17 Şubat 2011/Casablanka Ali Çimen
