"AY'A GİTMEDİĞİMİZİ SÖYLEYENLER KOCAKARI MASALLARI ANLATIYOR"
Röportaj: Ali Çimen
İnsanoğlunun bu en büyük macerasına komuta eden Neil Armstrong’un, ürkek adımlarla Ay’ın tozlarla kaplı zeminine ilk adımını atmasıyla birlikte dudaklarından dökülen o tarihi cümle, dalga dalga tüm dünyaya yayılıyordu.Gezegenin dört bir yanında; Paris’in lüks cafelerinde, Bombay’ın baharat kokulu sokaklarında, Pekin’in kalabalık caddelerinde, İstanbul’un Amerikan modellerinden bozma dolmuşlarında, New York’un Central Park’ında, Kahire’nin basık havalı lokantalarında kısacası, insan kalbinin attığı her bir noktada, televizyon ve radyoların başında soluklarını tutarak bekleyen milyarlar, sevinç çığlıkları atıyor, insanoğlu kendi gelişimi içinde devasa bir sıçrama yapıyordu…
Armstrong’un ardından, Ay’a ayak basan ikinci insan olma ayrıcalığını yaşayan isim ise Eldwin Buzz Aldrin oluyordu. Hatta, öyle ki, Ay’a ilk ayak basan kişi olmasına rağmen, Armstrong’un görev dağılımı gereği fotoğraflarını çektiği Aldrin, bu büyük maceranın sembolü haline geliyordu (Evet, herkesin Armstrong’a ait olduğunu düşündüğü fotoğraflar Aldrin’e ait.) Attıkları bu küçük adımlarla tarihin en güzel köşesinden devasa yerlere sahip olan bu isimler, tarih ve okul kitaplarında hak ettikleri yeri de aldıktan sonra, hayatla baş başa kalıyordu. “Ay’dan dönüşte, bizi denizden aldılar. Uçak gemisine bindik ve Neil ile ilk kez o zaman, TV’lerde sevinçle bağıran kitleleri gördük. Biz yukarda taş toplarken, asıl kıyamet burada kopuyormuş’’ diyen Aldrin, Ay’a ayak bastıktan sonra kalıtsal nedenlerle önce depresyona yakalanmış, ardından da alkolizmin pençesine düşmüştü. Eşinden ayrılmış, terapi görüp, toparlanmış, mutlu bir evlilik ve yeni bir misyonla tekrar hayata bağlanmıştı.
O günlerde çalıştığım gazete adına efsane astronotla 2005 yılının sıcak bir Ağustos sabahı Çırağan Sarayı’nda buluşmuştum. 1969’daki resmî ziyaretinin ardından, bu kez eşi ile kısa bir tatil için gelmişti. 75 yaşında olmasına rağmen, emekli askerlere has o sağlam duruşu ve dinçliğinden bir şey kaybetmemiş görünen Aldrin’in mavi gözleri, Ay’dan her bahsettiğimizde daha da parlıyordu. Aldrin, kendini adadığı yeni uzay misyonunu, Ay seyahati ile ilgili anılarını ve uzay çalışmaları ile ilgili düşüncelerini büyük bir samimiyetle anlatmıştı.
Hiç ‘‘Keşke Ay’a ilk ayak basan ben olsaydım!’’ dediğiniz oldu mu?
Hayır. Görevlerimiz aylar öncesinden belliydi. Ve Neil, komutanımızdı ve bizim görmediğimiz başka alanlarda da eğitim almıştı. Onun ilk adımı atması, gayet normaldi.
Zaten sorun olmamalı. Ne de olsa, sizin fotoğraflarınız sembol oldu!
Evet ya, hayatta böyle şeyler de oluyor işte! (Gülerek)
Ay’a ilk adımını attığınızda ne hissettiniz? Korktunuz mu? İlk olarak ne dediniz?
Korku, insanın bakışını karartır. Korkmadım. Olası tüm senaryolara karşı hazırlıklıydık. Hatta çok neşeliydik de. Hiç unutmuyorum, dönerken, ‘‘Houston, kalkış için öncelik istiyoruz!’’ gibisinden espriler yapıyorduk. Koskoca Ay’a giden bizden başka kimse yoktu ki (gülüyor). Çok tarihi bir şey söylediğimi sanmıyorum. Sadece ‘‘İnanılmaz bir ıssızlık’’ gibi bir şeydi…
Neden Ruslar Ay’a gidemedi?
Kendi içlerinde rekabet ettikleri iki ayrı programları vardı. Aynı zamanda, uzay programlarının babası olan Sergei Korolov’da ölünce bir boşluk yaşadılar. Her ne kadar Ay seferi üzerinde çalışmaya devam etmiş olsalar da, özellikle politik liderliği içindeki motivasyon kaybolmuştu.
Eğer Ay’a inemeseydiniz, bunun tarihin akışı üzerinde nasıl bir etkisi olurdu?
İnene kadar denerdik! Olabilecek tüm aksaklıklar üzerinde kafa yormuştuk. Belki hiç hesap edemediğimiz aksaklıklar da çıkabilirdi ama bir şekilde onları da çözerdik. Bazen soruyorlar, “ya Ay yüzeyinden kalkamasaydınız ne olacaktı?’’ diye.. Hiç bir şey. Sorunu çözüp bir şekilde havalanacaktık! (gülüyor)
Bu soruyu bir de tersinden okuyalım. Ya Ruslar sizden önce inseydi? Farklı bir dünyada yaşıyor olur muyduk?
Şöyle cevap vereyim. Onlardan önce indiğimizi gören Rus liderliğinin iradesi kırıldı ve kafamıza koyduğumuz bir şeyi yapabileceğimizi, iki süper güç arasında her ne meydan okuma olursa olsun, Amerika’nın bunun aşabilecek kararlılık ve liderliğe sahip olduğunu kavradılar. Başkan Reagan, Rus nükleer silahlarına karşı, Yıldız Savaşları Projesi olarak da bilinen füze savunma sistemini önerdiğinde de aynısı oldu. Ekonomik olarak, bu meydan okumalara karşılık veremeyeceklerini, silahlanma ve uzay yarışını devam ettiremeyeceklerini gördüler. Yine de karşılık vermekten geri kalmadılar. Biz uzay mekiği programına başladığımızda, hemen onun taklidi olan Buran’ı geliştirdiler. Ama özetlemem gerekirse, bizi Ay’a götüren Apollo projesi, Sovyet sistemini sarsan ilk darbe oldu.
İnsanoğlunun Ay’a gitmediğini iddia eden komplo teorilerini duyduğunuzda neler hissediyorsunuz?
Gülüyorum. Dikkate almam. Bunlara inanacak kadar saf olanlara da üzülüyorum açıkçası. (Gülüyor) Bunlar vizyonu dar ve konuşacak başka bir şeyi olmayan insanlar. Astronomiye değil astrolojiye inanan insanlar bunlar. Yıldızlara ve kâğıt fallarına bakıp hayatlarını yorumluyorlar. Konuşması ilginç bir konu kabul, ama bizim oralarda bunlara ‘‘koca karı hikâyeleri’’ derler!
Amerika’nın süper güç olmasıyle, uzay çalışmaları için gösterilen inanılmaz gayretin bir ilgisi olduğuna inanıyor musunuz?
Kesinlikle. İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkmıştık ve kendimizi dünyanın diğer ülkelerindeki sorumlu hissettiğimiz bir dönem başlamıştı. Atom silahları, hidrojen bombası geliştiren ve Komunizmi yaymaya kararlı olan Rusların niyetleri belliydi; dünya liderliği. Doğal olarak, uzay ve teknoloji konularında da hamle yaptılar ve o zaman dengeleyici güç olan Amerika’nın bu alanlarda karşılık vermemesi düşünülemezdi. Ay’a gitmemiz buna karşılık verilmiş askeri bir cevap değildi elbette. Daha çok, bilimsel sıçramayı ön planda tuttuk ve ülkenin tüm beyinlerini bir araya getirdik. Bilimsel bir seferberlikti adeta.
Başkan Kennedy’nin Amerika’nın Ay’a gitmesindeki payı neydi size göre?
Çok karizmatik bir liderdi. Ay’a gideceğimizi ve bunu ‘‘kolay olduğu için değil, zor olduğu için’’ yapacağımızı söylediğinde, hepimize, hayatımızdaki en büyük hedefi koymuş oluyordu. Elmizden gelenin en iyisini, kolay olanı değil, zoru yapmak… Bu ruh halinin, halen yaşadığını söyleyebilirim. Elbette, suikasta uğramasaydı, politik desteği muhtemelen azalırdı ama bu, onun karizmasından, imajından bir şey götürmezdi. Her ne kadar Ay’a Cumhuriyetçi Nixon döneminde ulaşmış olsak da, Kennedy, halen başarının ve meydan okumanın sembolü olmayı sürdürüyor.
Yuri Gagarin’in uzaya ilk çıkan insan olduğunu öğrendiğinizde ne hissetiniz? O zamanlar aklınızda buna benzer fikirler ya da hayaller var mıydı?
İlk Sputnik’i attıklarında zamanlar, Almanya’da askeri pilot olarak uçuyordum. Kendi işimize; Avrupa’yı Ruslardan koruma işine yoğunlaşmıştık. Avrupa’dan döndükten sonra, ülkeme bu yarışta, uzay yarışında, nasıl faydalı olabileceğimi düşünerek, MIT’e girdim. O zamanlarda, Rusların uzaya insan göndermeye çalıştıklarından, hayvanlar üzerinde çalışmalar yaptıklarından, haberdardık. Başkan Kennedy başa geçtiğinde, ben eğitimimin ortalarındaydım. Sonra, Küba krizi patlak verdi. Bir gün, LIFE dergisinin kapağında, Mercury programımız için astronotların seçildiğini okudum. Ama o zamanlar aklımda astronot olmak gibi bir fikir yoktu. 61’de Rusların Gagarin’i uzaya gönderdiklerini duyduk ama çelişkili haberler geliyordu. Ardından biz Alan Sepherd’ı uzaya göndererek karşılık verdik. Ama daha çok yapacak işimiz olduğunu biliyorduk.
Amerika’da uzay çalışmalarına yönelik iki anlayış var. Biri sizin de savunduğunuz, insanlı uzay çalışmalarının kaçınılmaz olduğu. Bir diğer grup ise, bunun robotlarla yapılabileceğini söylüyor?
Bunu söyleyenler, Çinlilerin, Rusların ve Avrupalıların neden sürekli uzaya adam gönderdikleri hakkında ne düşünüyor acaba? Ya da buna kim karar verecek? Sonuçta biz, hedeflerimizi koyduk ve yukarı insan göndermenin, insanlar bunu destekleyebildiği sürece, en etkili ve etkileyici yöntem olduğunu biliyoruz. İlginçtir, bazıları da “Neden artık Ay’a gitmiyorsunuz?” diye soruyor. Amacımız orada koloni kurmak ya da zaptetmek değildi ki? Biz insanoğlunun oraya güven içinde gidip gelebileceğini gösterdik ve “Bundan sonra neler yapabiliriz?” sorusunun cevabını aradık.
Para, şöhret, güç herşeyiniz var. Sizi uzay hakkında kitap yazmaya ne itti?
Kesinlikle zengin değilim. Emin olun, burada benden zengin olan bir sürü insan var (Çırağan Sarayı açıklarındaki yatları gösteriyor gülerek). Neden yazıyorum? İnsan hayatında inişler çıkışlar var. Söz gelimi, Ay’dan döndükten sonra, ailemden gelen kalıtsal bir durumdan dolayı bunalıma girdim. Alkolik oldum. Toparlanmam 10-15 yıl sürdü. Hem bunları, hem de uzayla ilgili deneyim ve vizyonumu, yeni nesillere aktarmak istedim…
Yüzüğünüzü Türkiye’den mi aldınız? Türk bayrağı gibi bir ay ve yıldızdan oluşuyor. Neyi sembolize ediyor?
Hayır. San Fransisco’da kendim yaptırdım. Uzayı sembolize ediyor. Ay ile yıldız arasındaki boşluk, benim diğer dünyalarla olan ilişkimizde bir köprü görevini gördüğüne inandığım, uzayı simgeliyor. Aslına bakarsanız, İstanbul’dan elmas alıp üzerine ekletmek istiyorum. Aslında, Ay’dan getirdiğimiz taşlardan birinden küçük bir parça koymak isterdim ama kimse bize Ay taşı koklatmadı! (Gülüyor)
Bir parça bile mi?
Hayır. Ay’dan getirdiklerimiz, sadece Amerika’ya değil, tüm insanlığa ait sayıldığı ve Ay’ın kendisi bilimsel materyal kabul edildiği için kişisel kullanıma izin verilmedi. Üstelik döndüğümüzde Ay taşlarının toksik olabileceği düşüncesiyle bir süre karantinada da kalmıştık. Bildiğim kadarıyla, dünyadaki birçok devlet başkanına, kral ve kraliçeye, önemli devlet adamlarına bir parça Ay taşı hediye edilmişti.
Türkiye’den birine edildi mi?
Emin değilim, ama sanırım edildi. 1969’da Ankara’da devlet başkanınızı ziyaret etmiştik. İsmini şimdi çıkartamıyorum. Ama tek bildiğim Türk lideri Atatürk. Onun başarıları hakkında çok şey duymuştuk. (Not: Ay’dan gelen söz konusu taş, 1972’de Ay’a götürülen Türk bayrağı ile birlikte, Ankara’da, MTA müzesinde sergilenmekte.)
Şimdi uzay turizmine adadınız kendinizi. Bu vizyonuzundan bahseder misiniz?
Evet, biliyorsunuz bunun için bir de şirket kurdum: ShareSpace (Uzayı Paylaş). Bu konuda ümitliyim. İnsanların beş dakikalığına da olsa uzaya çıkması, o yerçekimsiz ortamı hissetmesi ve insanların içinde bulunduğumuz sistemi kavraması isteği, beni heyecanlandırıyor. Biliyorsunuz, kısa süre önce, Global Flyer (Küresel Uçucu) isimli ilk sivil uzay aracı, 5 dakikalığına da olsa atmosferden çıkıp geri dönmeyi başardı. Yakında 3-4 kişilik turlar başlayacak. Ama ben daha fazlasını istiyorum. İnsanlar uzaya çıksın, dünya etrafında bir kaç tur atsın, hatta 24 saat kalsın ve tekrar havalandığı yere insin. Ve bunu sadece çok parası olanlar değil, daha az gelirli insanlar da yababilsin. İşte o zaman, gerçek bir uzay turizminden söz edebiliriz. Üstelik, insanlar uzay çalışmalarının devamı için vergi ödüyorlar. Madem vergi veriyorlar, neden bu zevkten mahrum kalsınlar ki!
Bazı çevreler, fakirlik, hastalıklar, yetersiz eğitim gibi dünyanın başına dert olmuş sorunlara işaret ederek uzay çalışmaları için harcanan paraları eleştiriyorlar. Bunları nasıl karşılıyorsunuz?
İnanın bana uzay çalışmaları için harcanan para, bu sorunların hiçbirini ortadan kaldırmaya yetmez. Ama bize kazandırdıkları için kullandığınız teknolojilere bakmanız yeterli.
İnsanoğlu ne zaman yeni bir gezegene, söz gelimi Mars’a ayak basacak?
Elbette, hazır olduğumuzda! Şu an değiliz. Yapılması gereken birçok şey var. Söz gelimi, halen yapımı devam eden Uluslararası Uzay İstasyonu’nun tamamlanması, mekik proğramının geliştirilmesi gerekiyor. Benim kişisel tahminim 2025-2030 arası Mars yolculuğuna çıkabileceğimiz ama bunu görebileceğimi sanmıyorum (hüzünleniyor)… Mars’a gitmeliyiz, Dünyanın dışında bir yaşam yeri inşa etmek için. Bunu yapmamız gerekiyor.
Neden? Dünya’da yeterki kadar yer yok mu?
Sadece tek bir dünya var. Ama Dünya artı bir başka yer, çok daha farklı olacak. Mars’a gitmeli, hatta sadece gitmekle kalmamalı, orada zamanla yaşam için gereken şartları da kurmalıyız. Diyelim ki, dünya havaya uçtu! En azından, yeni bir başlangıç yapabileceğimiz bir yer olacak. Böyle bir tehlike, her zaman söz konusu. Söz gelimi, geçen yıl 100 metre çapında bir gök cismi tespit ettik. 2029 yılında dünyaya çarpabileceğini düşünüyorduk ama geçen sonbaharda, büyük bir ihtimalle, sıyırıp geçeceğini hesapladık. 2060’da da böyle bir tehlike söz konusu. Eğer dünyaya çarparsa, 60 metrelik Tsunami dalgaları California sahillerini vurabilir. Zayıf da olsa bu bir ihtimal. E, ne yapalım, oturup bekleyelim mi?
Sizin, zamanında, Uzay mekiği projesine itirazlarınız olduğunu biliyorum. İki uzay mekiği düştü ve dramatik bir şekilde haklı çıktınız. Neden itiraz etmiştiniz?
Uzay mekiğinin düşeceğini öngörüp, uyarmıştık. Dinlemediler! Üstelik bir kez değil, iki kez düştü! Kargo ile mürettebatı, aynı taşıyıcı üzerine (uzay mekiği) koymanın bir hata olduğunu defalarca söylemiştim. 80’lerde düşen, Skylab uzay istasyonun ardından uzay mekiğini yapmakla hata ettik. Astronotluğum bir kenara, ben bu konunun mühendisiyim. Skylab projesine, en az bir on yıl daha devam edip, insanları uzaya en iyi nasıl çıkaracağımız konusunda biraz daha kafa yormalıydık. Uzay mekiği projesi, aceleye geldi. 1986’da düşen Challenger uzay mekiğinin ardından kurulan Kaza Komitesi’nin üyesiydim. Orada da mürettebat ile kargonun aynı taşıtta yer almasının kazalara davetiye çıkaracağını belirtmemize rağmen, bize kulak verilmedi. Çözüm, Apollo ve benzeri projelerde olduğu gibi, büyük roketler kullanmak. Ya da uzay mekiğine, kaza anında kullanılacak bir tahliye sistemi kurmak. Ama masraflı olduğu için, büyük roket şirketleri buna yanaşmıyor. Uzay mekiklerinin halen riskli olduğunu düşünüyorum. (Not: NASA, uzay mekiği projesini birkaç yıl önce tamamen rafa kaldırdı ve aynen Aldrin’in önerdiği gibi Apollo tipi roketlere dönüş yaptı.)
Bugün uzay mekiği ile uzaya çıkmak ister miydiniz?
Hayır! Hem fiziksel şartlarım müsait değil, hem de hayatımın geri kalanında yapmak istediğim başka şeyler var. Üstelik, ben Ay’da yürüyen ilk insanlardan biriyim! (elini masaya vuruyor gülerek). Beni bu saatten sonra ne tatmin edebilir ki!
İnsanlar genellikle sevdikleri ile birlikteyken dolunaya baktıklarında romantik şeyler düşünür, konuşur ya da hissederler. Peki ya siz ne hissediyorsunuz?
Romantizmin yanı sıra, Ay’a giden bizleri de hatırladıklarına bahse girerim! Yaptığımız, inanılmaz ve sıradışı bir işti. Ve kim ne derse desin, kesinlikle insanlığa faydalı bir işti. Ben de ne zaman Ay’a baksam, ‘‘Ne kadar doğru bir iş yapmışım!’’ diyorum. Ben de birçoğu gibi Harvard’a gidip avukat olabilir, büyük paralar kazanabilir, yatlar alabilirdim. Ama ben bunu seçtim. Ülkeme bu şekilde, pilot, mühendis ve astronot olarak daha faydalı olabileceğimi hissettim.
Buzz Aldrin, bu röportajımızın ardından, o günlerde kaleme aldığım İnsanoğlunun Uzay Macerası isimli kitabıma önsöz yazma şerefini bahşederek kişisel tarihimde inanılmaz bir iz bırakacaktı...
Fotoğraflar: Mustafa Kirazlı and NASA
Comments